Eğitim, insanın hayatını sürdürebilmesi, biyolojik ve kültürel mirasını gelecek nesillere taşıyabilmesi için ihtiyaç duyulan bir süreçtir. Bu süreç aynı zamanda insanın kendi varlığını hissettiren ihtiyaçlarını hayattan elde edebilme, bazılarını değiştirilebilme, kendisiyle birlikte yenileyebilme sürecidir. Eğitilmiş insanın idaresinde sadece duyguları değil, değer hükümleri de söz sahibidir. Sorumluluğu kabul etmek, eğitimli insanların bir özelliğidir. Her kişi iradesiyle oluşturduğu şartlardan ve neticelerinden sorumludur. Eğitim, henüz insanın doğumundan önce şuursuz reflekslerle başlar ve daha sonra şuurlu bir aktivite hâline dönüşür. Böylece insan, yaşadığı çevreyle nasıl başa çıkabileceğinin yollarını öğrenir. İnsanı insan yapan, geçmişinin kültürel mirasını anlama ve gelecek nesillere aktarma da eğitimle olur.
Tabiatı gereği şekillendirici ve yönlendirici olan eğitim, hem en faydalı hem de en tehlikeli bir araçtır. İnsanları ve toplumları hem oldurabilir, hem de öldürebilir. Bu noktalardan insanın en çok ihtiyaç duyduğu ve alâkasız kalamadığı bilgi türü de eğitime ait olandır. Ancak eğitime ait bilgi, fen bilimlerindeki bilgiden çok fazla miktarda subjektif unsurlar ihtiva etmesi noktasında farklılaşır. Çünkü eğitime ait bilgiler, algılaması ve kararları objektif olamayan ve aklından ziyade hisleriyle hareket eden insanı şekillendirmeye çalışır.
Toplumların kültür denizi içinde şekillenen eğitim, çok sayıda farklı model ve standarda sahiptir. Eğitimciler tarafından oluşturulan yeni modeller de belli kültür havuzunda şekillendiğinden, belli ölçüde subjektif ve izafî normlar içerir ki bu gayet tabiîdir. Bu bakış açısından eğitimin mükemmelliği, eğitim sürecinde kazandırdığı bilgi, maharet, tutum ve davranışlardan ziyade, bu kabiliyet ve davranışlardaki derinlik, nüans ve incelikle ölçülür.
Eğitim Perspektifinden 20. Yüzyılın Gelecek Yüzyılla Mukayesesi
Sorgulamadan itaat alışkanlığı kazandıran ve tarif edilmiş işleri başarıyla yerine getirmemizi sağlayan eğitim, gelecek yüzyılda yerini soru sorup sorgulayabilen ve sorumluluk alıp, ortak akıl üretebilen insanlar yetiştiren eğitime bırakacaktır. Eğitimcinin fonksiyonu da; talebelerine belli müfredata ait belli konuları ezberletmek değil, doğru müşahede etme ve eleştirel düşünebilme kabiliyeti kazandırmak olacaktır.
Derin öğrenme, ancak talebenin, algılama kabiliyetlerini aktif hâle getirmesiyle ve bunu gerçekten istemesiyle, gerçekleştirilebilir. Bilmek yapmaktır. Yapılarak öğrenilen şeyler veya hayata taşınarak, aksiyona dönüşen bilgi ve düşünceler, insana fayda sağlar. Tecrübe, düşüncenin çocuğudur; düşünce de aksiyonun… İnsanlar kitaplardan öğrenemez, sadece ön bilgi edinir. Dolayısıyla uygulamayla, tecrübelerle desteklenmeyen bilgiler kişide derin öğrenmeye yol açmaz. Kitap yoluyla öğrenilen bilgilerin kalıcı olabilmesi için, ya zihinde veya bilgisayar ortamında veya gerçek hayatta teste veya simülasyona tâbi tutulması gerekir. Çünkü kelimeler gerçek varlıklar ve süreçler olmayıp, zihinde oluşturulan sanal iletişim sembolleridir.
Gelecekteki bir okulu öne geçirecek temel kavram; bilgiyi sunan ve dağıtan öğretmen değil, talebe olacaktır. O da bilgiyi arayıp zihninde inşa eden bir işçi olarak algılanacaktır. “Görme, fark etme ve öğrenme zevki, ödev duygusuyla, not korkusu ve disiplin cezasıyla geliştirilemez” düşüncesi zihinlere yerleşecek ve insanlar, çocuklarına bir şeyler öğretme yerine, onların bu zevklerini geliştirecek, uygun öğrenme ortamları ve arkadaş çevreleri tesis etmeye öncelik vereceklerdir.
Bir okuldaki intizam ve itaata bağlı disiplin, eğitimin kaliteli ve mükemmel olduğunun göstergesi olmaktan çıkacaktır. Bunun yerine, öğrencilerin tasarım maharetleri, ortak akıl üretme kabiliyetleri, problem çözme istidatları, faziletli ve ahlâklı kazanmaları eğitimin kalitesini ölçmede kullanılacaktır.
Eğitim, öğrencilerin beyinlerine bilgi yığınlarını istif etme işlemi değildir. Bilginin önemli veya güç sağlayıcı bir vasıta olması, onun hayattaki kullanılabilirliği ve geçerliliği ile bağlantılıdır. Sadece belli isimleri, rakamları ve gerçekleri sunan istatistikî bilgi ve tanımlardan ibaret bir derginin faydalılık katsayısı ne ise, sadece tanımların ve isimlerin öğretildiği eğitimin kalitesi de odur.
Bilginin kullanılabilirliği, onun özünü oluşturur. Bu noktaya bir hadîste şöyle işaret edilir: “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım.” O hâlde bilgi sahibi olurken, onun ne işe yarayacağı, doğrudan mı, yoksa dolaylı mı fayda sağlayacağı farkedilmelidir. Öncelikle insanın kendini tanımasına, keşfetmesine ve geliştirmesine yarayan bilgiler, birinci derecede hayatî ehemmiyete sahiptir. İkinci önemli şey; talebenin olmasını arzu ettiğimiz model-insan tiplerinin arasına konulmasıdır.
Talebe, olmayı arzu ettiği model-insan tiplerinin arasında eğitim görmelidir. Ona öğrenmek istediği şeyleri öğretme yerine, onları öğrenebileceği ortamları hazırlamalı ve inşa etmeliyiz. Talebeler kendileri öğrenmeye çalışmalıdır. Mutlaka birşeyler öğretmek gerekiyorsa teorik değil, tatbikî olarak öğretilmeli ve talebelerin sanal veya gerçek ortamlarda tecrübe kazanarak öğrenmeleri sağlanmalıdır.
Bütün teorik dersler, tabiatı gereği açık ve net değildir. Ayrıca canlılık ve kullanılabilirlik seviyeleri düşüktür. Hayat ağacı ise yeşildir; canlılığı ve dinamizmi temsil eder. Çevre kirliliğine mâni olmanın bir yolu yeşil sahaları artırmaktır; aynen öyle de eğitimdeki temel problemlerin giderilmesi de, cansız bilginin verildiği teorik eğitimden kullanılabilir bilginin kazandırıldığı uygulamalı ve tecrübeye dayalı yeşil eğitime geçilmesiyle olur.
Bilim Anlayışı Açısından Önceki Yüzyıllar ile 21. Yüzyılın Karşılaştırılması
Sanayi inkılâbını yapan zihniyetin çantasındaki temel düşünme âleti, indirgemeci-analitik yaklaşımdı. Yani, ‘bütünü parçalara bölüp her bir parçayı analiz edersek, bütünü şekillendiren temel parçaları bulabilir ve böylece bütünü anlayabiliriz’ düşüncesi temel bakış açısıydı. Halbuki bütün, parçaların toplamından çok, karşılıklı etkileşiminden oluşur. Bundan dolayı indirgemeci-analitik yaklaşım, bütünü anlama özürlü bir bakış açısıydı. Bu kusur ancak indirgemeci-analitik yaklaşımdan sentezci ve genişletici (bütüncül-sistemci) yaklaşıma geçilmesiyle ortadan kaldırılabilirdi. 19. ve 20. yüzyılda bilim ve ona dayalı eğitim, belirliliğin kesinliğine ve tahminlerin güvenilirliğine dayalı olarak yapılıyordu. 20. yüzyılın son çeyreğinde ve 21. yüzyılda ise, gözlemci ile gözlenen şeyin birbirinden bağımsız olarak bilgiyi oluşturmadığı, her ikisinin de bilgi üretiminde son derece birbiriyle bağlantılı olduğu gerçeğine dayalı, yeni bir eğitim anlayışı hâkim olacaktır. Gerçekte gören ve algılayan şeyin göz değil, ben olduğu ortaya çıktı. Gözlemcinin önceki tecrübe ve birikimleri, gözlenen şeyi nasıl algılayacağına değişik seviyelerde tesir etmektedir.
Geçmiş iki yüzyıldaki bilim anlayışlarının yeni yüzyıldaki bilim anlayışı ile karşılaştırmasını önceki sayfada yer alan tabloda daha açık olarak görebiliriz :
Kısacası, 21. yüzyıl her alanda 20. yüzyıldan farklı olacaktır. Bilhassa bilgi teknolojisindeki niteliğe yönelik hızlı gelişmeler, şimdiden aileden eğitime ve iş dünyasına kadar pek çok şeyin yeniden tanımlanmasına ve düzenlenmesine yol açmıştır. Bu değişimlerin en çarpıcı tesirleri, eğitim sistemlerinde hedeflenen insan prototipinde, ayrıca bilimin konu, metot ve yaklaşımlarında gözlenecektir. Umulur ki, biz de bu değişimden nasibimizi müsbet yönde alır ve gelecek yüzyılın sözü dinlenen ülkelerinden biri oluruz.
Post Top Ad
7 Şubat 2011 Pazartesi
21.yüzyılda Eğitim ve Bilimin Temel Prensipleri hakkında Bilgiler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder